Hepimiz Özünde İyi İnsanlar Mıyız?

Hepimiz Özünde İyi İnsanlar Mıyız?

Hepimiz Özünde İyi İnsanlar Mıyız?

Kendi varoluşsal nedenlerime bakıyorum. Dokunduğum her insanı, bana dokunan her insanı anlama ya çalışıyorum. Çünkü tesadüfü değil tevafuğu, öylesineliği değil ilişkiselliği, rastgeleyi değil anlamlı oluşu seviyorum.

Kendi varoluşsal boşluğumdan bakıyorum. Gülmeyi, eğlenmeyi, içinde en ufak haz duygusu barındıran her şeyi çok seviyorsun. Kötüye, eksik olana, acıya tahammülün hiç yok. Hayatının en güzel anlarını paylaşarak kendin dâhil herkesi kandırmayı seçiyor, şova dönüşmeyeceğini bildiğin acılarını göstermiyorsun. Karşılığını almayacağını bildiğin tek bir selam vermiyorsun. Sana dokunmayan yılana dokunmuyorsun, uzatılan ele de dokunmadığın gibi. Uzaklara dalıp gitmişken gözünün önündekini, zirveye tırmanırken üstüne basıp geçtiklerini görmüyorsun. Yetişmeye çalışırken kaybettiklerini bilmiyorsun. Tıpkı bir Kızılderilinin dediği gibi, “O kadar hızlı gidiyorsun ki ruhun geride kalıyor.”.

Ve ben, arkandaki, sana yetişemiyorum. Bu yüzden senin önünden gitmeye karar verdim. Sana yetişmeye çalışmanın verdiği yorgunlukla seninle arama saat farkı koydum. Senin için uyanma vakti geldiğinde ben uyumuş olacağım. Uyanması olmayan bu uyku, anlamını bulduğum hayatın sonu, anlamını aramaya devam ettiğim serüvenin ise başlangıcı olacak. Ve ben aynanın önünden çekildiğimde sen kendine bakabileceksin. Ama görebilecek misin? Bilmiyorum…

Kendi varoluşsal sancılarıma bakıyorum. Sana en iyi halimi, en gerçek gülümsememi, en güçlü duruşumu sunuyorum. Hâlâ “İyi çocuk olma hâlinde”, hâlâ aslında olmayan mükemmelin peşindeyim. Herkese sonsuz hata payı bırakırken kendime karşı en acımasız iç sesimleyim. Doğumumun ve çocukluğumun bana armağanı olan acı ve travmalarımla aranızda, bu hayattayım. Tıpkı senin gibi…

Kendi varoluşsal nedenlerime bakıyorum. Dokunduğum her insanı, bana dokunan her insanı anlamaya çalışıyorum. Çünkü tesadüfü değil tevafuğu, öylesineliği değil ilişkiselliği, rastgeleyi değil anlamlı oluşu seviyorum. Kendi sorun ve sorumluluklarımdan kaçarken senin sorun ve sorumluluklarına takılıyorum. Hayatın anlamının, hayatlarına anlam katmak için başkalarına yardım etmek olduğuna inanıyorum. Yollarımızı kesiştiren sebepleri arıyorum. Çünkü varoluşunun nedenini bilirse hemen her nasıla dayanabilirdi insan. Böyle buyuruyordu Zerdüşt…

Anlam Kazandırma Yoluyla İyileşme: Logoterapi

Dr. Viktor E. Frankl’in öncülüğünde kurulan logoterapi yaklaşımı, psikoterapinin savunduğu terapi yoluyla anlam düşüncesinin aksine “Anlam yoluyla terapi” düşüncesi üzerine temellenir. Yunanca bir kelime olan logos, “Anlam” demektir. Ancak Frankl bu terimin yalnızca “Anlam”ı ifade etmediğini, aynı zamanda “Öz” anlamına da geldiğini belirtir. Dolayısıyla aranan anlam, aslında bir nevi dönülen özdür.

Logoterapide, bireyin sorumluluğunun neye ve kime karşı olduğu konusunda farkındalık kazanması için uğraşılır. Bunu yaparken kişinin kendi kaderini tayin etme hakkı elinden alınmadan, didaktik ve yönlendirici olunmadan, tamamen onun seçimine bırakılarak süreç yürütülür. Özellikle logoterapist, danışanı mantıklı çıkarımlarla ikna etmeye çalışmaz, tam tersine onun kendi anlamını bulmasına yardımcı olur. Logoterapi, çağın vebası olan varoluşsal boşluk ve anlamsızlık hissi ile baş etmede kişilerin geçmişten ziyade geleceğe dönük bir yönelim içinde olmalarını destekler. Kişide kendini gerçekleştirmenin büyük bir bölümü olan farkındalığı sağlayarak temeli atar; sonrasında acı, sevgi, irade özgürlüğü, hayat algısı ve anlam isteği ile de üzerine binayı inşa eder.

Frankl, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi toplama kampında tutsakken kendi yaşadıkları ve şahit oldukları üzerine logoterapinin temel ilkelerini attığı “İnsanın Anlam Arayışı” kitabını yazar. Burada her şeyini kaybeden, bütün değerleri yok edilen, açlığın, soğuğun ve acımasızlığın altında ezilen, her an, her saat imha edilmeyi bekleyen bir tutuklunun yaşamı sürdürmeye nasıl değer bulabildiğini, insan ne ile yaşar sorusu çerçevesinde ele alır. Dünyayı toplama kampına benzetir ve buranın, şairin de dediği gibi “Ne çok acı var.” dedirten bir yer olduğunu hatırlatır. Yaşamın acı çekmek, yaşamı sürdürmenin de çekilen bu acıda bir anlam bulmak olduğunu vurgular. Acıyı hayattan çıkarmaya çalışmaz veya onu görmezden gelmez; yaşanan her acıda bir anlam olması gerektiğini öne sürer. Öyle ki en nihayetinde, bu acılarla mücadelemizde insan oluruz ya da insanlığımızdan oluruz, diyerek nokta koyar.

Tanrı Benimle Ne Kastetmiş Olabilir?

Hepimizin ayrı cephelerde verdiği zorlu bir savaş, hepimizin özünde iyi bir çocuk var. Hepimizin ne bir saniye erteleyebildiği ne öne alabildiği bir vakti ve Tanrı’nın hepimizle ilgili bir kastı var. İnsanın özünde, en kötü şartlarda bile hayatta kalma mücadelesi verme, yaşamını sürdürebilmek adına anlam bulma arayışı var. Varoluşsal sancıların yerini yokoluşsal krizlere bıraktığı anlarda, yaşamdan ne beklenildiğine değil yaşamın bizden ne beklediğine bakarak aynadakini görme şansı var. Dünyadaki hiçbir gücün yaşanılan şeyi elden alamadığı gerçeği var.

Sen varsın.
Seninle kastedilen var.
Senin kastında ne var?

Kevser ÖTKÜN
Psikolog